1940’lı yılların başında Zonguldak’ta yaşayan iki genç şair, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, bir yandan memuriyet hayatlarını sürdürürken diğer yandan şiirle var olmaya çalışır. Türkiye’nin modernleşme çabalarının gölgesinde, ağır çalışma koşullarındaki madenci kenti Zonguldak’ta hayallerini kelimelere döken bu iki arkadaş, yaşamın zorluklarına rağmen sanata tutunur.
Avrupa’da savaşın hüküm sürdüğü bu dönemde, Zonguldak’a dönen Belediye Başkanı'nın kızı Suzan’ın gelişi, iki genç şairin dünyasında yeni bir pencere açar. Suzan’la kurdukları dostluk, şiirlerine ilham olurken, çevrelerindeki önyargılara rağmen sanatla kurdukları bağ daha da güçlenir. Ancak hayat, genç şairlere yalnızca ilham değil, aynı zamanda acımasız bir sınav da sunar.
Bölgenin en büyük tehdidi olan verem hastalığı, Rüştü ve Muzaffer’in sağlığını her geçen gün daha fazla tehdit eder. Hem kişisel mücadeleleri hem de toplumsal koşullar arasında sıkışıp kalan gençler, ölüme meydan okurcasına yaşamlarını ve şiirlerini sürdürür. Zonguldak’ın karanlık maden ocakları, onların hayallerine ve sözlerine tanıklık eder.
Bir yanda yoksulluk ve hastalıkla savaşırken, diğer yanda edebiyatla hayata tutunmaya çalışan bu iki dost, geleceğe dair umutlarını dizelere yükler. Her şiir, hayatta kalma mücadelesinin bir parçası olurken, aşk, dostluk ve özgürlük arayışları, kaderlerini belirleyen unsurlar haline gelir.
Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini üstlendiği Kelebeğin Rüyası, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun gerçek yaşam öykülerinden esinlenerek, Zonguldak’ın zorlu atmosferine davet ediyor. Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat, Belçim Bilgin ve Yılmaz Erdoğan’ın yer aldığı oyuncu kadrosuyla film, dönemin şiirle örülü dünyasına güçlü bir bakış sunuyor.