Küçük, sessiz bir kasabada görev yapan papaz Min-chan, bir gün kilisesine gelen yabancı bir adamdan sonra beklenmedik bir şekilde sarsılır. Bu adamın, yıllar önce kaybolan oğlunun ortadan kaybolmasında parmağı olduğuna inanır çünkü Tanrı’dan aldığına inandığı bir mesaj, onu bu adamın peşine düşmeye zorlar. Min-chan, inancıyla doğruluk arasında sıkışır; yaptığı her hareketin Tanrı’nın bir işareti olduğuna inanarak kendi adaletini sağlama yoluna girer.
Diğer yanda Dedektif Yeon-hee, kayıp vakasını araştırmak için görevlendirilir ve şüpheli olarak Yang-rae adlı bu gizemli adamı takip eder. Ancak Yeon-hee’nin geçmişi, onun tarafsızlığını giderek bulanıklaştırır. Cinayet ve kayıp vakalarıyla iç içe geçmiş kasaba hayatı, zamanla hem Min-chan'ın hem de Yeon-hee'nin iç dünyasını tehdit eden karanlıklarla dolup taşar.
Min-chan, kendisine gösterildiğine inandığı ilahi işaretlerin peşinden giderken, aklındaki sesler ile dış dünyanın gerçekleri arasında gidip gelir. İnancın verdiği güç mü yoksa zihin oyunları mı onu yönlendirmektedir, bu soru her geçen gün daha çok yakasını bırakmaz. Yeon-hee ise, olayları mantıkla çözmeye çalışırken kendi bastırdığı travmaların gölgesinde hareket eder.
Kasabadaki her ipucu yeni bir sırrı açığa çıkarır, olaylar büyürken karakterlerin geçmişleri ve korkuları da yavaş yavaş yüzeye çıkar. İki farklı yoldan yürüyen bu iki insanın kaderi, beklenmedik şekilde birleşir ve olayların iç yüzü açığa çıktıkça, herkesin kendine göre bir haklılığı olduğu görülür.
