Güney Romanya’nın puslu kırsalında geçen bu atmosferik hikâye, yalnızca bir korku anlatısından ibaret değil; aynı zamanda derin kökleri olan inançların, halk söylencelerinin ve insan psikolojisinin katmanlı bir keşfi. Kasabanın huzurunu bozan olaylar, ölü bir adamın mezarından tekrar dönmesiyle başlar. Halk, onun bir “strigoi” yani ölümsüz, kana susamış bir yaratık olduğuna inanır. Özellikle ailesi, geceleri evlerine uğradığını ve geride korku dolu izler bıraktığını düşünmektedir.
Adamın dul gelini ise, bu gecelik ziyaretlerden sonra gizemli bir hastalığa tutulur. Bedenini saran halsizlik ve ruhunu kemiren huzursuzluk, halkı daha da tedirgin eder. Bu uğursuz varlığın etkisinden kurtulmanın tek yolu, eski ve ürkütücü bir ritüeli uygulamaktır: Cesedin çıkarılıp geleneksel yöntemlerle parçalanması… Bu an, filmde sadece bir dönüm noktası değil, aynı zamanda modern dünya ile kadim inançların çatıştığı bir yüzleşmedir.
Film, sadece bir vampirin yarattığı korkuyu değil, aynı zamanda insanın bilinmeze duyduğu korkunun biçim değiştirerek kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını anlatıyor. Gizemli doğa manzaraları, geçmişten süzülen hikâyeler ve kasabanın içine kapalı havası, neredeyse hipnotize edercesine, bizleri içine çekiyor. Vampir mitine folklorik bir pencere açan bu yapım, korkunun kaynağını doğaüstünden çok insanın kendisinde arıyor.