Otuz yaşına geldiğinde cezaevinde olan Murat, geçmişinin karanlık gölgelerinden bir türlü kurtulamaz. Çocukluk anıları ve tekrarlayan kâbuslar arasında sıkışıp kalan genç adam, annesinin yaşadığı travmaları kendi benliğinde taşıyarak büyümüştür. Annesinin beklentisi, Murat’ın bir gün büyüyüp onu kurtarması yönündeyken, babası ise henüz yedi yaşındayken onu "adam" yapma baskısıyla yönlendirmeye çalışır.
Babası başka bir kadınla evlidir ve Murat’a biçtiği rol, sevgiyle değil otoriteyle çizilmiştir. Annesiyle babası arasında kalmış bir çocuk olarak Murat, duygusal olarak erken büyümek zorunda kalır. En çok hatırladığı anılardan biri olan sünnet düğünü, onun için neşeli bir gün değil, hayatı boyunca taşıyacağı bir travmanın başlangıcı olur.
Bu gece, yalnızca fiziksel değil, ruhsal anlamda da derin izler bırakır. Murat için bu eğlence maskesi altındaki deneyim, toplumun beklentileriyle bireysel acıların çarpıştığı bir kırılma anıdır. Zamanla iç dünyasında büyüyen bu sancılı tortular, onu suçla, öfkeyle ve nihayetinde parmaklıkların ardındaki yaşamla baş başa bırakır.
Annesinin Kuzusu, bir çocuğun ailesinin geçmişinden kaçamayışını, ebeveynlerin yüklediği anlamların bireyin kimliğini nasıl şekillendirdiğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Murat’ın hikâyesi, iç içe geçmiş acıların, bastırılmış haykırışların ve kayıp bir çocukluğun sessiz tanıklığını taşıyor.